Türk Girişim ve İş Dünyası Konfederasyonu (TÜRKONFED) Yönetim Kurulu Başkanı & Kadooğlu Holding Yönetim Kurulu Başkanı Tarkan Kadooğlu, Kahve Molası’nın konuğu oldu.
Yoğun iş temposuna ragmen, www.memohaber.com’un, “Kahve Molası”na konuk olan Kadooğlu, www.memohaber.com İnternet Haber Sitesi Yayın Koordinatörü Mehmet Taşçı’nın sorularını yanıtladı.
Çarpıcı açıklamalarda bulunan TÜRKONFED Başkanı Tarkan Kadooğlu ile ekonomi başta olmak üzere terör, ihracat rakamları, yeni pazar arayışları ve son olarak TİM ile birlikte hazırlanan 2023 senaryoları üzerine kurgulanan raporu konuştuk.
GAZİANTEP SOSYAL, EKONOMIK VE TEKNOLOJIK YAPILARINI GÖZDEN GEÇIRMELİ
MEMOHABER: TÜRKONFED ve TİM işbirliği ile Gaziantep’in 2023 haritası belirlendi. Bu yol haritasında neler var bahseder misiniz?
Aslında buradaki amaç şu; TÜRKONFED’in bölgesel kalkınmayı çok önemsediği bir yapısı var. Özellikle bölge dinamiklerini ortaya çıkaran raporlar hazırlıyoruz. Gaziantep’te TİM ile ortak hazırladığımız rapor 2023 senaryoları üzerine kurgulanan bir rapordur. Burada hem ihracat kenti hem de sanayi kentinden bahsediyoruz. Tabii Gaziantep’in Türkiye’de ve bölgede, kendi çapında büyüyen, ilk organize sanayiyi kuran ve bu organize sanayisinde büyümeyi ciddi bir anlamda gerçekleştiren bir yapısı var. 5. büyük organize sanayiyi kuran bir kent. Ama ne yazık ki, Gaziantep’in en büyük eksiği teknoloji altyapıdaki hızı yakalayamamış olmasıdır. Raporda belirtilen temel risklerden biri de budur.
Kaliteli ve teknolojik anlamda katma değer üreten ürünleri yapan bir yapıda değiliz. Özellikle Gaziantep’in bu konuda kendini yenilemesi ve yeni bir yöntem belirlemesi gerektiğine inanıyorum. Gaziantep’in Orta Doğu’ya yakınlığı Suriye, Irak, İran ve bölge ülkelerine yakınlığı en büyük fırsatı. Aynı zamanda İpekyolu üzerinde olması büyük bir avantaj. Gaziantep’in müteşebbis ruhu da büyük bir avantajdır.
Bütün bu potansiyeller, fırsatlar ve riskleri bir arada değerlendirdiğimizde kentimizin “Orta Gelir Tuzağı”nın içinde olduğunu görüyoruz. 2011 verilerine baktığımızda, Gaziantep’te kişi başına gelirin 5 bin dolar civarında olduğunu görüyoruz ama Türkiye’de aynı yıl kişi başına gelir 10 bin 700 dolar seviyelerinde. Türkiye’deki gelirin yüzde 51’ine denk geliyor Gaziantep’in kişi başına düşen geliri.
Onun için kentimizde hem ekonomik hem de sosyal anlamda yeniden bir dönüşüme ihtiyacımız var. Teknolojinin kullanımı, sosyo-ekonomik yapıdan kaynaklanan eksiklikler ve özellikle barış süreci raporda belirtiğimiz en önemli parametrelerdir. Gaziantep’in barış süreci ile başlayan kalkınması ciddi bir katma değer yaratıyordu. Çünkü bütün Orta Doğu ülkeleriyle ticaret yapabiliyorduk. O bölgelerdeki iş insanları kentimize yatırım yapıyor ve sanayileşme kültürü ile tanışıyordu. Raporumuzda Gaziantep’in röntgenini çekip, 2023 yol haritasında krizleri fırsata çevirmesinin yöntemlerini sunuyoruz.
HIZLI SANAYİLEŞME SÜRECI İLE SOSYO EKONOMİK GÖSTERGELER ARASINDA ADETA UÇURUM VAR
MEMOHABER: TÜİK’in araştırmasında Gaziantep güvensiz şehir gibi tanıtılmış. TÜRKONFED’in Gaziantep 2023 raporu içinde kentimiz bu anlamda nasıl görtünüyor?
Gaziantep denildiğinde, insanların gözünde sanayi akla geliyor. Aslında kentimiz turizm potransiyeli ile de öne çıkmıştır. Ancak ekonomik yapıdaki dağılıma ya da sosyal hayattaki dağılıma baktığınızda bu durum tam olarak kentin bütününe yayılmış değil. Mesela eğitimde kentimiz yeterli bi,r düzeyde değil. Hem örgün eğitim hem de mesleki eğitimde sıkıntılar var. Bazı şeyleri tabana kadar yaymamız gerekiyor. Hızlı sanayileşme süreci ile sosyo ekonomik göstergeler arasında adeta uçurum var. Bu uçurumu ortadan kaldırmak lazım. Özellikle Gaziantep son beş yıldan beri Suriyeli mültecilere ensarlık yapıyor. Bugün 400 bin Suriyeli mülteci, kentimizde bulunuyor. Gaziantep için bu ciddi bir nüfus yoğunluğu demek. Haliyle hem işsizlik hem de güvenlik konusu ortaya çıkıyor.
TÜSİAD SADECE İSTANBUL FİRMALARINI KAPSAMIYOR
MEMOHABER: TÜSİAD eskiden Anadolu sanayicisini kabul etmezdi. İstanbul dışından kimseyi almazdı. Zenginler kulübü gibi birşeydi. Siz oraya girdiniz. Nasıl oldu?
Yıllardan beri hep söylenir bu. TÜSİAD’’ın hep İstanbul firmalarını kapsadığından bahsedilir. TÜSİAD’a 10 yıl önce üye oldum. 2007 yılında Ömer Sabancı’nın daveti ile TÜSİAD’a üye olmuştum. Bu süreç içinde yedek yönetim kurulunda görev aldım ve 2012 yılında da yönetim kuruluna girdim. Tabii bu belki görüntü olarak baktığımız zaman TÜSİAD Anadolu’ya açılıyor ama TÜSİAD’ın aslında Anadolu’daki üyesi olan iş insanları daha çoğunlukta. Ancak Anadolu firmalarının ve iş insanlarının ön plana çıkmadığını düşünüyorum. Ama yönetim kurulunda, Doğu ve Güneydoğu’dan ilk defa bir iş insanı olarak görev aldım. İnanıyorum ki, bundan sonra, bu işi yapabilecek kapasitesi olan, gerek şirketi gerek kendisini anlatabilen ve sivil toplum kuruluşlarında gönüllü çalışan iş insanları TÜSİAD yönetim kurulunda daha fazla görev alacaktır.
KALKINMA SADECE EKONOMİ İLE DEĞİL KALİTELİ DEMOKRASİ İLE BAŞARILI OLUR
MEMOHABER: TÜRKONFED Güneydoğu’da nasıl bir misyon üstlenecek?
TÜRKONFED, Türkiye’de 1983 yılından sonra sanayileşmenin başladığı dönemler de ülkenin değişik yerlerindeki Sanayici ve İş Adamları Dernekleri’nin (SİAD) kurulmasıyla temelleri atılan bir iş dünyası örgütü ve düşünce kuruluşudur.
SİAD’ların bir araya gelmesi, bu çatı örgütü kuruluşunun temellerini atıyor. 2004 yılında kuruluyor TÜRKONFED. Hem sektörel hem de bölgesel dernekleri kendi içinde barındıran bir yapıya sahibiz. Bu yapı içinde Türkiye’nin en büyük iş kadını dernekleri, genç iş insanları dernekleri de var. TÜRKONFED, Türkiye’deki bütün sektörlere ve derneklere hitap eden önemli bir organizasyon yeteneğine sahip. Bugün Türkiye’de 21 bölgesel, üç sektörel federasyon olmak üzere 24 federasyonu aynı çatı altında buluşturuyor. Bu federasyonlara bağlı 186 dernek, Türkiye genelinde 24 bin 100 iş insanı ve 40 binin üzerinde şirketi temsil ediyor.
Türkiye’deki kurumlar vergisinin yüzde 86’sını TÜRKONFED üyeleri gerçekleştiriyor. Yine ülkemizde 7 milyonluk istihdamı TÜRKONFED üyeleri yaratıyor. Dış ticaretin yüzde 55’I üyelerimiz tarafından yapılıyor. “Bunu nasıl yapıyorsunuz?” derseniz; TÜRKONFED’in bünyesinde küçük şirketler de var, milyar dolarlık şirketlerde… TÜSİAD’ta TÜRKONFED’in 186 derneğinden bir tanesi ve konfederasyonumuz çatısı altında yer alıyor.
TÜRKONFED’in en önemli misyonu bölgelerarası eşitsizliği ortadan kaldırmak, bölgelerarası gelir dağılımı uçurumunu kapatmaktır. Diğer taraftan TÜRKONFED, bir düşünce kuruluşu gibi hareket ediyor. Bugüne kadar 11 yıllık geçmişimizde farklı konuları içeren 25 rapor rapor hazıladık. Bu raporlar mesleki eğitimden kadının iş gücüne katılımına, KOBİ’lerin finansmana erişimine ve dönüşümüne, orta gelir tuzağından orta demokrasi tuzağını anlattığımı éYeni Anayasa’ya Doğru” raporumuza kadar ülkemizin en önemli sorun alanlarına odaklanıyor. Bu sorun alanları ile ilgili önerilerimii ve çözüm yollarını bilimsel bir şekilde, saha çalışmalarıyla da destekleyerek hazırlıyoruz. Yerel Dinbamikler rapor serimizle Çorum’dan Edirne’ye, Antalya’dan son olarak Gaziantep’e kadar kentlerimizin 2023 yol haritalarını da çıkartıyoruz.
Türkiye’de ki bütün olaylara; ekonomik, sosyal ve demokratik sorun alanlarının hepsine müdahil oluyoruz. “Türkiye’nin kalkınması sadece ekonomi ile değil, kaliteli demokrasi ile eş değerde giderse başarılı olur” diyoruz. TÜRKONFED, bütün hükümetlere ve bütün partilere hep eşit mesafede olmuştur. Türkiye’nin geleceği için kim doğru adımlar atıyorsa onu alkışlıyor ve destekliyoruz. Eksik birşey varsa da pozitif muhalefetle kendilerine izah edip, öneriler getirip, bu işi çözmeye çalışıyoruz. Bizim sevdamız ülkenin kalkınmasıdır
”KOMŞULARIMIZLA İLİŞKİILERİMİZİ DÜZELTEBİLİRSEK, BU KRİZİ FIRSATA ÇEVİREBİLİRİZ”
MEMOHABER: 2015 yılında yaşanan seçimler ve hemen arkasından başlayan terör olayları sonrası ihracat rakamları gösterdi ki, 2015 yılı kayıp bir yıl oldu. İhracattaki düşüş ve bölgedeki sıcak gelişmeler düşünüldüğünde 2016 yılı için beklentileriniz nelerdir?
2015 yılında iki seçim yaşadık. Gündem hep siyaset ağırlıklı geçti. Bu nedenle Türk ekonomisi ve iş dünyası için geçtiğimiz yıl kayıp bir yıl oldu. 1 Kasım seçimlerinden sonra tek başına bir iktidar söz konusu. Başbakanımız Ahmet Davutoğlu’nun aynı günlerde açıkladığı Orta Vadeli Program ile 25 maddelik Acil Eylem Planı, aynı zamanda özellikle Reformlardan Sorumlu Başbnakan Yardımcısılığı gibi bir yeni pozisyonun açıklanması umutlanmamızı sağlıyor. Önümüzdeki dört yıl boyunca bir seçim yaşanmayacağı düşünüldüğünde acilen ekonomik ve demokratik reformların hayata geçirilmesini bekliyoruz. Bu nedenle 2016 yılından umutluyuz.
Ancak bu umut karşısında bugün yaşadıklarımız motivasyon kaybına da yol açıyor. Suriye, Irak ve bölge ülkelerde yaşanan siyasi karışıklık, mülteci sorunu, Rusya ile yaşanan kriz, AB’nin hala ekonomik krizden tam olarak çıkamamışi olması, Çin ekonomisinde yaşanan sert düşüşler, FED’in fazi artıma politikası çok ciddi ve önemsenmesi gereken sorun alanlarıdır.
Kentimiz Gaziantep de bu yaşananları kendi bölgesinde daha sıcak bir şekilde hissediyor. İhracat rakamlarımızda sert düşüşler var. Suriye ve özellikle Irak ile yapılan ihracatında düşmesi ki, Irak önemli bir Pazar ülkemiz ve kentimiz için. Çünkü sadece Irak pazarıan değil, Irak pazarı vasıtasıyla İran pazarına da etki etme şansımız var.
Gaziantep, bölgesinin stratejik konumundan kaynaklanan önemli bir avantaja sahip. Suriye ve Irak’ta yaşananların son bulmasıyla bu kriz dönemi önemli bir fırsata çevrilebilir. Kentimiz yaklaşık 70 ülkeye yine ihracat yapıyor ama ağırlığımız Irak pazarı. Sizde biliyorsunuz ki, Türkiye’de 2004-2005 yılında komşularla sıfır sorun politikasını uygulamaya başladığında komşu ülkelere yapılan ihracatımız yüzde 7 seviyelerindeydi.
2008 yılına baktığımızda yüzde 45’leri bulan ihracat gerçekleştirdiğimizi görebilirsiniz. Gelişmekte olan ülkelere baktığımızda hep komşularıyla ticaretini geliştiren ülkelerdir.
Bugün Almaya, ihracatının yüzde 55’ini komşularına yapmaktadır. İhracatımızda 2016 yılında bölgemizde yaşanan sorunlara, Rusya ile yaşadığımız kriz de eklenince sıkıntılı bir dönem söz konusudur. Ülke olarak büyüme tahminlerinin tutmayacağını düşünüyorum .Komşularımızlşa ilişkilerimizi düzeltebilirsek bu krizi fırsata çevirebileceğimizi de düşünüyorum.
KÜRT SORUNU DİYALOGLA, EMPATI KURARAK ÇÖZÜLMELİ
MEMOHABER: Bir Cizreli olarak Güneydoğu’da yaşanan terör olaylarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce bu süreç daha ne kadar sürebilir? Hükümetin tekrar çözüm süreci başlatması gerekiyor mu?
Bugün olaya şöyle bakmak lazım. Güneydoğu’da bir Kürt meselesi vardır. Kürt meselesinin çözümü 35 yıldan beri şiddet dili kullanılarak çözülmeye çalışılıyor. Çözümün bu yolda olmadığı açıktır. Bu işin doğrusunu barış sürecinde gördük. Karşılıklı oturulup, diyalogla, empati kurarak çözülmesini kesinlikle destekliyoruz. Ve olması gerekenin bu olduğunu düşünüyoruz. Son 2.5 yıla baktığımız zaman, aslında çok güzel bir yere gelinmişti. Türkiye’nin büyümesi, huzur ortamı, dünyadaki algısı hep pozitifti. Ama ne yazık ki Suriye’de yaşananlar, bazı ülkelerin belli örgütleri muhatap alması ve desteklemesi, Türkiye’nin barış süreci yol haritasında farklı bir kurguya gitmesini sağladı.
Bu yol haritası ile birlikte ülkemizdeki barış masası kaldırıldı.
Burada tek suçlu aramak yanlış olur. Başarı ya da başarısızlık bütün aktörlerindir. Ben durumu böyle görüyorum. Bugün yaşadıklarımız düşünüldüğünde elbetteki devletimiz, bölgede kamu otoritesini sağlamakla mükellef olduğu görevi yerine getirmek durumundadır. Ama burada demokrasi, insan hakları ve sivil vatandaşların güvenliği de en az kamu otoritesinin sağlanması kadar önemlidir. Aşırıya kaçılmaması gerektiği ortadadır.
Barış sürecinde birtakım şeylere göz yumulmaması gerektiğini hep söyledim. Bazı noktalarda zafiyet gösterilmemesi gerekirdi. Şehirlerin içine girmiş yapılar, o şehide yaşayan sivil vatandaşlarımızın can güvenliğini de tehliye atan ortamın oluşmasını sağlamıştır. Yaklaşık üç aydır süren olaylar, bölge halkını derinden etkilemekte ve acıları çoğaltmaktadır. Bu şiddet olaylarından en çok masum vatandaşlarımız etkilenmektedir.
Evlerini terk etmek ve göçebe hayatı yaşamak zorunda bırakılan vatandaşlarımızın sorunlarının bir an önce çözülmesi için devletimizin gösterdiği gayreti artırması önemlidir.
Cizre ve Silopi’nin temizlendiği söyleniyor. Ama sürecin neticelenmesi de gerekir. 35 yıldır devam eden şiddet sarmalının silahla, vurmayla, kırmayla çözülmeyeceğini düşünüyorum. Muhakkak kamu otoritesi sağlanmalı ama bir an önce bu süreci iyi yönetip, yeniden masaya dönmekten başka çözüm yolu da görünmemektedir.
Türkiye bölünecek bir ülke değildir. Bu tür korkulardan çıkmak gerekir. Türkiye, Suriye gibi Kürt nüfusunun belli bir noktada toplandığı ülke değildir. Böyle bir yapısı yoktur. Türkiye’de 20 milyon Kürt vardır. Bu 20 milyon Kürt’ün, 10 milyonu Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da, 10 milyonu da Türkiye’nin geriye kalan 75 iline dağılmış durumdadır. Onun için akraba evlilikleri, Türk-Kürt evlilikleri, iş ortaklıkları, birlikte yaşam ve komşuluk ilişkileri vardır. Türkiye’nin tek bir sınırı vardır. O sınır içinde farklı fikirler, farklı düşünceler, farklı mezhepler ve külştürlerin kaynaştığı bir mozaik yapı söz konusudur. En büyük zenginliğimizde bence budur. Hiç kimse, bu ülkenin bölüneceği korkusuna kapılmasın. Çünkü bugün referandum yapsanız, bölgenin yüzde 90’ı bu ülkenin bütünlüğünden yanadır. Onun için eğer bu insanlar, bu ülkenin bütünlüğünden yanaysa, üç-beş eksiklikten dolayı, bu güzel toprakları kendimize zindan etmememiz gerekmektedir.
RUSYA ÇOK BÜYÜK BİR İŞ ORTAĞIMIZDI
MEMOHABER: Rusya krizi sonrası yaşanan gelişmeler orada yatırım yapan Türk iş insanlarını nasıl etkiledi? Bu kriz sonrası Rusya’nın uyguladığı ekonomik yaptırımlar iş dünyasında nasıl yankı buldu?
Rusya çok büyük bir iş ortağımızdı. Enerji başta olmak üzere inşaat ve gıda sektörlerinde Türkiye için değerli bir ortaktı. Resmi rakamlara göre 20 milyar dolar, bavul ticaretini de eklediğinizde gayri resmi rakamlara göre de yaklaşık 30 milyar dolarlık bir dış ticaret söz konusuydu. Rusya ile yaşanan kriz elbette iş dünyasını tedirgin etti.
Türk firmaların Rusya’da yatırımları var. Şimdi ciddi sıkıntı içindeler. Turizm açısından da Rusya önemli bir ülkeydi. Rus turist sayısında bu kriz sonrası yaşanan düşüşler, yılın sıkıntılı geçeceğinin işaretlerini veriyor. Özellikle Rusya, Suriye meselesine artık doğrudan müdahil olarak, Türkiye ile sorun alanlarını içselleştirdiğinden, sorunun çözülmesi güçleşmektedir. Artık Çin’e iş dünyası olarak vizesiz giremiyoruz. Ancak kamu kurum ve kuruluşlarından alınacak davet ile gitmek mümkün. Haliyle dinamik bir yapıya sahip Türk iş dünyası bu gelişmelerden etkilenecektir. Bir an önce saorunların çözülmesi gerekiyor.
Rusya’nın Ukrayna krizinden sonra Suriye’de yürüttüğü strateji, dünyaya yine süper güç olduğunu ispatlama çabasıdır. AB’nin Rusya’nın Kırım’I işgal etmesine yeterince ses çıkartmaması, Suriye’de Rusya’nın politikasına cesaret vermiştir. Esat ile işbirliği yaparak ekonomik ve askeri nüfuz alanine genişletmeye çalışırken, sadece Türkiye’ye değil dünyaya mesaj vermeye çalışmaktadır. Halkların birbiriyle sorunu yoktur; Rus halkı ile Türk halkı arasında problem yaşanacağını sanmıyorum.
ÜLKENİN ÇIKIŞ NOKTASI YENİ ANAYASA’DIR
MEMOHABER: Meclis Uzlaşma Komisyonu’nda görüşülmeye başlanan Yeni Anayasa ile ilgili TÜRKONFED olarak hazırladığınız ‘Yeni Anayasa’ya Doğru; Kurumsal Reform ve Demokrasi Kültürünün Gelişimi” raporunu açıkladınız. Bu konudaki düşünceleriniz nelerdir?
Türkiye’de, Cumhuriyetin kurulmasından bugüne yapılan anayasaların hiçbiris demokratik bir şekilde halka sunulmadı. Askeri cunta tarafından hazırlanan 1982 Anayasası’nda, halk jandarma eşliğinde oyunu kullandı. Bugün tartıştığımız Yeni Anayasa, Türkiye için milattır. Türkiye’nin yeni bir anayasaya ihtiyacı olduğu noktasında tüm kesimler hemfikir. Bunun nasıl yapılması gerektiği noktasında TÜRKONFED olarak siyasi partilere, halka, akademisyenlere, kanaat önderlerine, bütün renkleri, sesleri, dilleri içinde barındıran toplumsal yapımıza bir ayna tutmak istedik.
2014 yılında Orta Gelir Tuzağı raporumuzu yayımladığımızda gördük ki, Türkiye’de orta gelir tuzağından çıkmanın yolu orta demokrasi tuzağından çıkmaktır. Demokrasimizin kalitesinin gelişmesi, ekonomik ve sosyal kurumlarımıza yansıması, kurumsallaşma kültürünün artırılması, herşeyden önce insan hakları ve hukukun üstünlüğünün topluma yansıması ile mümkündür. İstanbul Politikalar Merkezi’nden Prof. Dr. Fuat Keyman’ın liderliğinde KONDA Araştırma Şirketi Genel Müdürü Bekir Ağırdır ve uzman akademisyenlerin katkılarıyla orta demokrasi tuzağına dikkat çekmek, bir Türkiye Demokrasi Haritası sunmak için Yeni Anayasa’ya Doğru raporumuzu hazırladık.
Bu raporumuzun Yeni Anayasa çalışmalarını sürdüren siyasetçilerimize bir ayna olmasını diliyoruz. Raporumuzda bir system önerisi getirmiyoruz. Ekonomik ve demokratik kurumlarımızın eşgüdüm halinde çalışmasının yol ve yöntemlerini aktarırken, hukukun üstünlüğü, yargı bağımsızlığı, denge ve denetleme mekanizmalarının önemine değiniyoruz. Eşit vatandaşlık vurgusu yaparken, gelişmiş bir ekonomi için gelişmiş bir demokrasinin şart olduğununda altını çiziyoruz.
Diğer taraftan çok sesli, çok renkli, çok kültürlü yapımızı Yeni Anayasa çalışmalarına yansıtmamız gerektiğini, çoğulculuğun esas olduğu mesajını vermeye çalışıyoruz. 2015 yılı Aralık ayında Ankara’da TBMM önceki dönem Başkanımız Sayın Cemilin de katıldığı bir toplantı ile raporumuzu kamuoyuna tanıttı. Özellikle Cemil Bey’I davet ettik. Çüğnkü dört yıl boyunca komisyon başkanlığı yaptı. Raporumuzla, yeni komisyona şunu söylüyoruz:”Bu dört yılda gelinen aşamadsada yaklaşık 55-56 madde de ortak mutabakat var. Bunu iyi niyet göstergesi olarak halka sunun ve geçsin. Ondan sonra kalanlara devam edin.”
Türkiye’nin çıkış noktası Yeni Anayasa’dır. Anayasa, devletle biray arasında bir akittir. Eğer ben vatandaş ve birey olarak devletle aramdaki akitten mutlu değilsem, benim devletimle bunu karşılıklı oturup ihtiyaca göre yeniden düzenlemem icabeder. Ama hangi anayasayı yaparsanız yapın, hangi yapıyı değiştirirseniz değiştirin, kurumlar ve erkler ayrılığı ile denge-denetleme mekanzimalarını korumanız lazım. Kurumların çalışmasının önünü açacak yapıları oluşturmanız gerekli. Bunu yaparsanız ancak Yeni Anayasa, herkesin mutlu olduğu bir ülkede yaşamanın yolunu açar.
BAŞKANLIK SİSTEMİNİ KİŞİSELLEŞTİRMEDEN TARTIŞABİLMEMİZ LAZIM
MEMOHABER: Yeni Anayasa sürecinde Türkiye başkanlık sistemini getirmeli mi?
Yeni Anayasa’ya Doğru raporumuzda, ister başkanlık sistemi olsun, ister parlamenter sistem olsun Türkiye’nin ihtiyaçlarını gündeme getiriyoruz. Sistemi tartışmıyoruz ve herhangi bir system önerisinde de bulunmuyoruz. Bugün başkanlık sistemi, Türkiye’nin yönetilmesi için aslında temeldir. Çünkü Ankara’dan, merkeziyetçi bir şekilde Türkiye’nin yönetilemediğini görüyoruz. Ama bu ülkenin gerek parlamenter gerek başkanlık sistemi ne yapılacaksa doğru sistemler kurgulanarak yapması gerektiğine inanıyorum. Başkanlık sistemi de dahil, bütün sistemleri kişiselleştirmeden tartışmamız lazım. Yarı başkanlığı tartışabilmemiz lazım. Belki de parlamenter sistemi yeniden kurgulamak için oturup tartışmamız lazım. Yani biz “Adı şu olsun, bu olsundan” ziyade, ülkenin kurumlarının çalışır vaziyete gelmesi, kontrol ve denge mekanizmalarının korunduktan sonra ismi başkanlık olmuş, yarı başkanlık olmuş, parlamenter system olmuş hiç farketmez.
TÜRKİYE’NİN YÖNÜ AVRUPA BİRLİĞİ OLMALI
MEMOHABER: Brüksel’de gerçekleşen Türkiye-AB Zirvesi’ni nasıl değerlendiriyorsunuz? AB ile ilişkilerde 11 yıl sonra tekrar başlayan yeni dönemi olumlu buluyor musunuz?
Türkiye olarak yıllardır Avrupa Birliği’ne girmeye çalışıyoruz. AB’nin istediği yönde bazı reformlar ve bazı atılımlar yapılmasına ragmen, Avrupa’nin Türkiye’ye bakışını hepimiz biliyoruz. Ama muhasır medeniyetin Avrupa tarafında olduğunu bildiğimiz için, bu yoldan hiç sıkılmadan yürümemiz gerekiyor. Özellikle 17. fasılın açılmış olması ümit verici bir gelişme. Ama bunun devamının gelmesi gerektiğine inanıyoruz. AB politikalarını değiştiren gelişmelerde yaşanıyor bugünlerde. Suriyeli mültecilerin Avrupa kapılarına dayanması geçmişte AB’ye girmemize karşı olan Almanya başta olmak üzere, bazı ülkelerin politikalarını değiştirmelerini sağladı. AB, 2.5 milyon mülteciyi herhangi bir destek olmadan Türkiye’nin sahiplenmesini istiyor. Tüm sorumluluğu maddi manevi Türkiye’nin sırtına yüklemeye çalışıyor. Bu noktada Türkiye olarak mülteciler konusunda Avrupa’nın daha etkin ve aktif politikalar üreterek, elini taşın altına koyması gerektiğini düşünüyorum. Bu etkinlik hem maddi hem de manevi olarak AB tarafından Türkiye’ye gösterilmeli. Dünyanın baş edemediği bir sorunu tek başına Türkiye’nin çözmesini beklemek haksızlık olur. Türkiye’nin Suriyeli mülteciler konusunda güçlü olan elini, kullanması gerektiğini düşünüyorum. Tüm bu sorun alanlarına ragmen, netice itibarıyla Türkiye’nin genel anlamda yönü Avrupa Birliği’nde olmalıdır.
2016 YILINDA İŞ DÜNYASI OLARAK HÜKÜMETİ YANIMIZDA HİSSEDİYORUZ
MEMOHABER: 1 Kasım seçimlerinden sonra hükümetten beklentilerinizi üç ana başlıkta toplamıştınız. Bunlar; çözüm süreci, AB’ye tam üyelik ve Göç Bakanlığı’nın kurulmasıydı. Geçen sürede hükümetten beklentileriniz yerine geldi mi?
Tabii ki, yaklaşık 3 aylık bir süre geçti seçimlerden ve beklentilerimizin hemen gerçekleşmesini beklemek kolay değil. Ekonomik anlamda Orta Vadeli Plan’da öngörülen 25 maddenin birçoğu TÜRKONFED olarak daha önceden hükümetimize ilettiğimiz tedbirlerden oluşuyordu. Özellikle KOBİ’lerimize yönelik taleplerimizin dikkate alındığını görmek mutluluk veriyor. Hükümetimiz nezdinde görüşemlerimizde bu reformların kesinlikle yapılacağı yönünde sözler alıyoruz. Barış sürecinin de bölgesedeki çatışma ortamı sonlandığında ve kamu düzeni sağlandığında yeniden başlayacağı yönünde de bildirimler oluyor. Ekonomik açıdan bölgede bazı tedbirlerin alınması gerekiyopr ve hükümetimizin de bu tedbirlere önem verdiğini görüyoruz. 2014 ve 2015 yıllarındaki gibi değiliz. 2016 yılında iş dünyası olarak hükümeti yanımızda hissediyoruz ve görüyoruz. Onun için umutluyum.
SURİYE POLİTIKASINI BU KADAR İÇSELLEŞTİRMEMİZ LAZIMDI
MEMOHABER: Suriye meselesine gelince, Gaziantep’te 400 bin Suriyeli var. Arkasından bir göç dalgası hala geliyor. Oradaki çatışmalar sınırımıza kadar dayandı. Türkiye’yi savaşa mı sokmak istiyorlar? Sizin gözleminiz nedir?
Suriye ile en uzun sınıra sahip olan komşu ülkeyiz. Haliyle Suriye’de olanlardan etkilenmemek biraz hayalcilik olurdu. Ama Türkiye’nin bana göre başından beri Suriye politikasında eksiklikler vardı. Suriye politikasını da bu kadar içselleştirmemiz lazımdı. Biz, demokrasi ihraç eden bir ülke değiliz; ürün ihraç eden bir ülkeyiz. Doğruları söyleyebiliriz ama doğruları söylerken başka ülkelerin iç meselelerinde taraf olacak bir tutum takınmamamız lazımdı. Ülke olarak öyle bir duruma geldik ki, savaşa müdahil olsanız bir dert, olmasanız başka bir dert pozisyonundayız. Bu da bana göre Suriye politikasında, başından beri çok gerek olmadan, meseleyi bu kadar içselleştirmemizin bir sonucu diye düşünüyorum.
Yorum Yazın