Kadın demek, hayat demektir.
Kadın demek, medeniyet demektir.
Kadın demek, insanlık demektir.
Onları bir çırpıda tanımak, en kalabalık ortamda bile çok zor değildir. Duruşları farklı, bakışları kendinden emindir. Yüzlerinde hüzünlü bir gülümseme, bazen de tüm acılara inat kahkahaları vardır.
Kadınların en güzel tarafı, sevildiğini hissettikçe güzelleşmeleridir. Sevildikçe sevmeyi çok iyi becerebilir ve hiç kimsenin sevemeyeceği kadar güzel severler.
İnsan olmanın vesilesidir. Her şeyden önce kadın mutlu bir ailedir…
Bugün "8 MART DÜNYA KADINLAR GÜNÜ"
Yine hepimiz tek yüreğiz
Hem de gezegenin her yerinde…
Kadın deyince aklımıza koskoca bir evren gelmeli.
Kadınlar; Annemiz, eşimiz, kardeşimiz, sevgilimiz, iş ortağımız, çalışma arkadaşımız vs…
Toplum hayatında kadın, önce öğretmendir. Hepimiz dilimizi kimden öğrendik? Annelerimizden değil mi? Evdeki ahengin yuvayı yapan kadına ait olduğunu unutmayalım. Aile mutluluğunda en büyük payın sahibidir kadın. En büyük ekonomisttir. Mutfağın yönetilmesini sadece tencerenin kaynaması olarak gören erkek önce kendisini aldatır. Bunları çoğaltabiliriz.
Bu özelliklerine rağmen kadınımızın toplum hayatına tam olarak nüfuz edebildiğini söylememiz mümkün değildir.
Birçok ülkede farklı konumlarda olan kadınlar, ekonomik, sosyal ve hukuki alanlarda yeni haklar elde etmekteyken, bazı coğrafyaların kadınları insan olduğunun bile farkında değildir. İtilmişliğin ve ezilmişliğin pençesinde kıvranır o masum kadınlar.
Bu ülkede kadın olmak dürüst olmak gerekirse hepten zor.
Çoğu kadın hiçbir seçeneği olmadan kendisine sunulan hayatı yaşamak zorunda kalmaktadır. Daha dünyaya gözlerini açtığı andan itibaren, erkek çocuk doğuramamış annenin mahcubiyeti ile yüz yüze gelen kız çocuğu, annesinin üzerindeki baskıyı kendi hayatı ile de beraber yaşamaktadır. ‘Kız çocuğudur, ne olacak, otursun evde, onun yeri evidir, namusunu korusun’ zihniyetiyle aileleri tarafından eğitim hakkından yoksun bırakılan çocuklarımız kaderlerine boyun eğmektedir. Bu yüzden kız çocuklarının eğitimine önem veren çalışmaların giderek artırılması lazım…
Gün geçmiyor ki, kadına yönelik bir şiddet haberi ile uyanmayalım. Canice işlenen bu suçlarda fail yerine bir de mağduru suçlayan söylemlerle karşılaşmayalım. Kadına yönelik şiddetin çıkış noktalarından en önemlisi olanı ise aile içidir. Kadın, sosyal hayat içerisinde pek çok kimlik edinmektedir. Aile, kadın ile erkek arasındaki cinsiyet ayrımını ortadan kaldırabilecek en önemli kurumdur. Özelliklede aile içerisinde, kız-erkek çocuk arasında yapılan ayrımlar başı çekmektedir. Kız çocuklarının yapıları gereği narin olmaları ve birde üstüne ebeveynleri tarafından ayrım yapılması olayıda daha da karmaşaya sürüklüyor.
Unutmayınız ki, biz ebeveynler çocuklarımız için birer modeliz. Onlar, her bir hareketimizi gözlemleyerek hafızalarına kayıt etmektedirler. Aile içerisindeki kadın-erkek eşitsizliği noktasında çocuklar bireylerin hareketleri ve davranış biçimlerini kendilerine baz alarak bir modeli oluşturmaktadırlar.
Kadına yönelik şiddet sadece küçük yaşta aile bireylerinden, çevreden görülen yaşanan bir sorun olmaktan çıkıp toplumun kanayan yarası olmuştur. Şiddet gören kadın ve şiddete tanık olan çocuklardaki travmalar, psikolojik sorunlar, şiddet gören kadının günlük hayata ve iş hayatına adapte olabilmekte yaşadığı sıkıntılar, üretkenliğinin azalması neticeten toplumun bireyleri olarak hepimize geri dönmektedir.
Toplumun en küçük yapı birimi olan aile birliği içerisinde yaşanılan vakıalar ve aile birliğinin giderek yozlaşması toplumsal değerlerimizi de ağır bir hasara uğratmaktadır. Aile içinde yaşanan şiddete tanık olan ve belki de şiddete maruz bırakılan çocuklar ileride potansiyel bir şiddet uygulayıcısı olarak toplum içerisinde karşımıza çıkarak, diğer bireylerin hayatını tehdit etmektedir.
Toplumun kanayan yarası olan ‘Kadına Şiddet’ her geçen gün artmakta her geçen gün yeni canlar yitirmekte. Ve birçok kadın, şiddete uğradığının dahi farkına varmayarak, şiddete kendince haklı sebepler bulmaya çalışmaktadır. Yaşadığı fiziksel şiddet dışındaki psikolojik, ekonomik, sosyolojik ve cinsel şiddeti şiddet olarak algılayamayan kadınlarımız mevcuttur.
Kadına yönelik şiddetin önlenmesi konusunda, basına ve medyaya da önemli görevler düşmektedir. Şiddet mağduru ve tek taraflı takip, ısrarlı takip mağduru bireylerin önleyici ve koruyucu tedbirlerle şiddetten etkili olarak korunması için çıkarılan ‘6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun ve Uygulama Yönetmeliği’ hükümleri doğrultusunda, şiddet mağduru kadınlar birçok hakka sahiptirler. Buradan şiddet mağduru olan tüm kadınlara sesleniyorum,
ŞİDDETE KARŞI SESSİZ KALMAYINIZ…
Kadınların sahip oldukları hakların tek bir günde hatırlanması ve gündeme getirilmesi tercihimiz olmasa da, en azından böyle bir günde kadınların ekonomik, sosyal ve iş hayatında daha fazla aktif olabilmesi yönündeki engellerin tartışılması ve en önemlisi de bir kadın olarak yaşamanın zorluklarına, içinde bulunduğumuz sorunlara değinilmesi bizleri mutlu etmektedir.
Sahi siz 8 Mart''ı 8 Mart yapan yangını bilmiyor musunuz?
8 Mart 1857 tarihinde ABD''nin New York kentinde 40.000 dokuma işçisi daha iyi çalışma koşulları istemiyle bir tekstil fabrikasında greve başladı. Ancak polisin işçilere saldırması ve işçilerin fabrikaya kilitlenmesi, arkasından da çıkan yangında işçilerin fabrika önünde kurulan barikatlardan kaçamaması sonucunda çoğu kadın 129 işçi can verdi. İşçilerin cenaze törenine 100 bini aşkın kişi katıldı.
26-27 Ağustos 1910 tarihinde Danimarka'nın Kopenhag kentinde 2. Enternasyonal'e bağlı kadınlar toplantısında (Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı) Almanya Sosyal Demokrat Partisi önderlerinden Clara Zetkin, 8 Mart 1857 tarihindeki tekstil fabrikası yangınında ölen kadın işçiler anısına 8 Mart''ın “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” olarak anılması önerisini getirdi ve öneri oybirliğiyle kabul edildi.
İlk yıllarda belli bir tarih saptanmamıştır. Tarihin 8 Mart olarak saptanışı 1921'de Moskova''da gerçekleştirilen 3. Uluslararası Kadınlar Konferansı''nda gerçekleşti. Birinci ve İkinci Dünya Savaşı yılları arasında bazı ülkelerde kutlanılması yasaklanan Dünya Kadınlar Günü''nün 1960''lı yılların sonunda Amerika Birleşik Devletleri''nde kutlanmasına izin verilmesi oldukça manidar. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 16 Aralık 1977 tarihinde 8 Mart''ın “Dünya Kadınlar Günü” olarak ilan edilmesini kabul etti. Birleşmiş Milletler''in sitesinde günün tarihine ilişkin bölümde, kutlamanın New York''ta ölen işçilerin anısına yapıldığının yazılmamış olması dikkat çekicidir.
Türkiye'de 8 Mart Dünya Kadınlar Günü ilk kez 1921 yılında “Emekçi Kadınlar Günü” olarak kutlanmaya başlandı. 1975 yılında daha yaygın olarak kutlandı ve sokağa taşındı. “Birleşmiş Milletler Kadınlar On Yılı” programından Türkiye'nin de etkilenmesiyle, 1975 yılında “Türkiye 1975 Kadın Yılı” kongresi yapıldı. 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi''nden sonra dört yıl süreyle herhangi bir kutlama yapılmadı. 1984''ten itibaren her yıl çeşitli kadın örgütleri tarafından “Dünya Kadınlar Günü” kutlanmaya başlandı.
Tüm kadınlarımızın ‘8 Mart Dünya Kadınlar Günü’ kutlu olsun…
Yorum Yazın