Sağlık hizmetlerinde uzun yıllardır deneyim ve bilgi birikimiyle hizmet veren Özel Emek Hastanesi güçlü hekim kadrosu, gelişmiş teknolojik altyapısı ile alanında donanımlı ve sürekli gelişime açık sağlık profesyonelleri ile sağlık sektörüne önemli yatırımlar yapıyor.
Bilimsel çalışmaları, güncel tanı-tedavi teknolojileri ve uzman hekim kadrosu ile Gaziantep ve bölgenin sağlık alanında referans hastanelerinden biri olan Emek Hastanesi gelişen teknolojiyi yakından takip ederek, Gaziantep’in ve bölge illerin tercihi olmaya devam ediyor. Güvenilir, hızlı, ekonomik, ulaşılabilir ve sürdürülebilir sağlık hizmetleri anlayışı ile hastaların öncelikli tercihi olan Özel Emek Hastanesi, bünyesinde barındırdığı bölüm ve hekimleri ile sağlıkta A’dan Z’ye hizmet sunuyor.
Hamilelik döneminde dikkat edilmesi gereken hususlardan çocuklarda geniz eti rahatsızlığına, D vitamini eksikliğinin doğuracağı rahatsızlıklardan bu hastalıkların tedavisine kadar dolu dolu bir röportaj gerçekleştiren Memo News dergisi hastanenin deneyimli ve güler yüzlü hekimlerinden İç Hastalıkları Uzmanı Doktor Sevgi Bilmez Altay, Kadın ve Doğum Hastalıkları Uzmanı Operatör Doktor Oya Kayaalp ve Kulak, Burun ve Boğaz Hastalıkları Uzmanı Operatör Doktor Özlem Özalp ile faydalı bir söyleşi gerçekleştirdi.
İHMAL EDİLEN GENİZ ETİ ÇOCUKLARIN YÜZ ŞEKLİNİ ETKİLİYOR!
Özel Emek Hastanesi ‘nin tecrübeli hekimlerinden olan Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Uzmanı Doktor Özlem Özalp ihmal edilen geniz etinin çocukların yüz seklini kalıcı olarak etkileyerek bozabileceğini zamanında yapılan cerrahi müdahaleyle bu durumun önüne geçilebileceğini söyledi.
Özalp, öncelikle geniz etinin yeri ve tanımı ile başladığı röportajda ,bu rahatsızlığın geniz dediğimiz üst solunum yolunu başlatan burun deliklerinin, arka açıklığının gerisinde kalan alanda oluştuğunu, burada bulunan savunma dokusu olan lenf dokusunun büyümesi ile meydana geldiğini söyledi. Bu bölgenin soluk alıp verme sırasında geçiş yolu olduğundan , sürekli olarak hava ile birlikte gelebilen mikroorganizmalarla temas halinde olduğunu aktaran Özalp, buradaki lenf dokularının normalde mikroorganizmalarla mücadele etmek için bulunduğunu ancak çalışması bozulursa ve gereğinden fazla büyürse sorun oluşturacağını bu durumun geniz etini oluşturduğunu , aslında bağışıklık sistemi olan lenfoid dokunun faydadan çok zararlı olabildiğini sözlerine ekledi.
Doğumdan itibaren her çocukta geniz eti dokusu bulunduğunu ancak çocuk büyüdükçe geniz etinin işlevinin kalmayıp zamanla küçülmesi gerektiğini hatta kaybolacağını belirten Özalp, bu lenfoid doku koruma sistemi bozulursa zamanla hastanın aleyhine çalışır , bölgeyi daraltır, tıkar ve sorun yaratacak bir duruma gelebilir dedi.
Hastalığın sebeplerinden de bahseden Özalp, "Ailede geniz etinin olması yani genetik yatkınlık, alerjiler, sık tekrarlayan üst solunum yolu enfeksiyonlarına bağlı iltihaplanmalar, nemsiz ve klimalı ortam, enfekte çocukların olduğu kalabalık kreş ve okul ortamları ,anne babanın çocuğun yanında sigara içmesi yani pasif içicilik geniz eti büyümesinin sık görülen sebeplerindendir. Aileler muayeneye geldiklerinde; çocuklarının gece rahat uyuyamadığını, gece uyanmalarının olduğunu, kimi zaman erişkin insanlar gibi horladığını belirtirler. Ağız açık uyuma, uykuda ağızdan salya akması, horlama, uyku apnesi adı verilen uykuda solunumun tekrarlayan duraklaması durumu, tekrarlayan kulak enfeksiyonları, kulakta sıvı birikmesi ve buna bağlı işitme azlığı ve geçmeyen burun ve geniz akıntıları, geçmeyen öksürükler, baş ağrısı geniz eti olan çocuklarda en sık karşılaşılan yakınmalardır.
Uzun vadede günlük hayatta, oyun sırasında ya da okulda sürekli ağız açık durma, hava açlığı yaşama, tipik yüz görünümü hatta büyüme ve gelişme geriliklerine neden olabilir. Erken dönemde çocuğun horlayarak uyuması, burnundan rahat nefes alamaması veya uyku apnesi gibi şikayetler dikkatten kaçmamalıdır çünkü geç dönemde çocuk büyüdükçe yüz kemiklerinin gelişimi bozularak yüz ifadesi değişir uzun süreli burun tıkanıklığı olması ve ağız solunumu yapılması nedeniyle; "adenoid yüzü" denilen geniz eti olan çocuklara özgü ağzını kapatamayan, düzensiz ve çarpık dişleri olan, oksijensizliğe bağlı sürekli uykulu ve yorgun görünen çocuklar olurlar. Çünkü nefes alabilmek için ağız yolunu kullanan bu çocuklarda burundan sinüslere doğru yeterli hava girişi olmadığı için sinüsler gelişemeyip yanaklar düz kalır, damak yeterince gelişmez kubbe damak denilen derin ve dar damak yapısı gelişir, buna bağlı olarak da alt çene arkaya doğru çekilirken üst çene öndeymiş gibi bir görüntü oluşur.
Yüzün orta kısmı basık, ağız sürekli açık, üst çene öne doğru çıkık, damak yapısı kubbeli ve dar bir hal aldığından dişlerde çarpıklık düzensizlik kapanma problemleri ve sık çürük gelişir ve bazen hastalar diş hekimi ve ortodontiye başvurabilir geç kalınan durumlarda uzun süreç gerektiren diş teli takılarak çarpıklık giderilmesi gerekebilmektedir. Uyku apneleri nedeniyle sürekli ağız açık gezen gözaltları çökmüş bu çocuklar; solunum sıkıntısına bağlı beyinlerinin az oksijenlenmesi ve buna eşlik edebilen, kulaklarda sıvı birikmesi ve işitme kayıpları sonrasında duymayan, anlayamayan, anlamsız yüz ifadeli tipik yüz görünümlü dikkat kusuru olan, ders ve okul başarısı düşük, devamlı yorgun, isteksiz ve iştahsız çocuklar olmaktadırlar" dedi.
AMELİYAT İLE ALINMALIDIR
Geniz eti sorunu ve çözümleri ile ilgili çeşitli çalışmaların yapıldığını anlatan Özalp, çalışmalar neticesine geniz eti büyüklüğünün genetik yatkınlık yanında alerjiyle de yakın birliktelik gösterdiğinin saptandığını söyledi. Çocuklarda sıklıkla hapşırma, elin devamlı buruna götürülmesi, burun kaşıntısı gibi bulguların da tabloya eşlik edebileceğini ifade eden Özalp, "Her ne kadar alerji tedavisi ile bu yakınmalar biraz azaltılsa da ilaçlarla geniz etini ortadan kaldırmak mümkün değildir. Dolayısıyla geniz eti olan bir çocuğa yapılabilecek tek tedavi, ameliyat ile geniz etinin alınması alacaktır çünkü bu durum devam ettikçe bağlantılı birçok sorunu da beraberinde getirir. Geniz etinin uzun süre varlığı yüz orantısının bozulmasıyla karakterize tipik yüz görünümüne neden olur. Çocukta geniz eti nedeniyle sağlıklı solunum olmamasına bağlı dikkat dağınıklığı ve buna bağlı ders başarısında azalma, huzursuzluk ve asabiyet, gece altına işeme, yutma ve konuşma bozukluğu, tat ve koku almada azalma, , geniz etinin kulaktaki östaki tüplerini tıkamasına bağlı orta kulakta sıvı toplanması
işitmede azalma, geniz etinin lenfoid koruma mekanizmasının bozulması ve enfeksiyon oluşturması sebebiyle tekrarlayan orta kulak iltihabı, baş ağrısı, sinüzit, sık bademcik iltihabi, sürekli geniz akıntısı yapacağından akciğer iltihabi gibi problemlerle de karşılaşılabilir" diye konuştu.
AİLELERE ÇAGRI; VAKİT KAYBETMEYİN!
Geniz etinin tanısının nasıl konulduğunu da okurlar ile paylaşan Özlem Özalp, burun ve boğazda oluşan üst solunum yolu problemi ve bağlantılı sorunları olan her çocuğun bir Kulak Burun Boğaz hastalıklar uzman tarafından değerlendirilmesi gerektiğini kaydetti. Geniz eti büyümesinden şüphelenilen bir çocukta tanı koymak için iki yol olduğunu anlatan Özalp, ailelerin vakit kaybetmemesi gerektiğini söyleyerek," Tanı koyma yollarından bir tanesi, yapılan nazal endoskopik muayene yani burundan kamera ile bakılarak geniz etinin direk görülmesidir, ikincisi ise röntgen filmi ile geniz etinin filminin çekilmesidir. Her iki yöntemle de yüzde yüz doğrulukla tanı konur.
Öncelikle buruna ince uçlu endoskopik kameralarla bakılarak geniz eti değerlendirilebilir ancak bunu istemeyen tepki gösterebilen çocuklarda görüntüleme yöntemi olan direk grafi tercih edilebilir. Muayene sonrasında gerekli durumlarda geniz eti büyümesinin diğer nedenleri arasında olabilen tümör, kist ve benzeri lezyonların ayırıcı tanısının konması amacıyla doktorunuz tarafından öncelikle biyopsi de (parça alınması işlemi) yapılabilir. Sonuç olarak; kolaylıkla tanı konulup tamamen ortadan kaldırılabilecek böyle bir hastalıktan dolayı çocuklarda kalıcı problemlerin gelişmesi hiç kimsenin istemeyeceği bir durumdur. Bu bağlamda ailelere önemli görevler düşmektedir; bunlar çocuk yaş grubunda neredeyse her iki çocuktan birinde görülen geniz eti konusunda bilinçli ve duyarlı
olmak, çocukları dikkatlice izlemek ve bahsedilen bu durumlara ait ip uçlan görürlerse, vakit kaybetmeden bir Kulak Burun Boğaz Hastalıkları hekimine başvurmak olmalıdır“ ifadelerine yer verdi.
1 MİLYAR İNSANDA D VİTAMİNİ EKSİKLİĞİ OLDUĞU TAHMİN EDİLİYOR
İç Hastalıkları Uzmanı Doktor Sevgi Bilmez Altay, D vitaminin sağlık üzerine etkileri ile ilgili dergimizin sorularını cevaplandırdı.
D vitaminin vücutta önemli görevleri olan yağda çözünen bir vitamin olduğunu ve D vitaminin diğer adının kalsiferol olduğunu belirten Altay, vücutta üretilen tek vitamin olduğunu bu nedenle de ‘’hormon’’ olarak da sınıflandırılabileceğini söyledi.
Uzm. Dr. Sevgi Bilmez Altay, D vitaminin kas ve iskelet sistemi için çok önemli olan kalsiyum ve fosforun metabolizmasını düzenlediğinin altını çizdi. D vitamini diyetle alınan kalsiyum ve fosforun bağırsaklardan emilmesini sağlar. Barsaktan yeterli kalsiyum ve fosfor emiliminin, kemiğin uygun mineralizasyonu (kemikte sertliği sağlayan başta kalsiyum olmak üzere minerallerin birikmesi) için önemli olduğunu belirtti.
Altay, yapılan araştırmalarda dünya üzerinde yaşayan 1 milyar insanda D vitamini eksikliği olduğunun tahmin edildiğini belirterek, ''D vitamini yeterli olmayan bireylerde, kemik kırılganlığında artış, kas zayıflığı nedeniyle düşme eğiliminde artış olabilmektedir. Bununla birlikte D vitamininin bağışıklık sistemi, kalp ve damar sağlığı, nörolojik ve ruh sağlığı açısından önemli etkileri mevcuttur. Ülkemizde D vitamini eksikliği sıktır. Aynı zamanda dünyada da yaklaşık 1 milyar insanda D vitamini eksikliği olduğu tahmin edilmektedir. En sık nedenler; yeterli güneşlenememe, D vitamininden zengin besinlerin az tüketilmesi, çeşitli nedenlerle barsaklardan yeterince emilimin olmaması ve D vitamini metabolizmasında rol alan karaciğer ve böbrek gibi organların rahatsızlıklarıdır. Günün çoğunu veya tamamını iç mekanlarda geçirenlerde (yatağa/eve bağımlı kişilerde, bakımevleri/ huzurevlerinde kalanlarda), D vitamini eksikliği ve yetersizliğine yol açabilecek bir hastalığı olanlarda (karaciğer hastalığı, böbrek hastalığı, bağırsakta emilim problemi yapan hastalık (çölyak hastalığı gibi)), kemik erimesi olanlarda, basit düşmelerle kırık gelişenlerde, kan kalsiyumu düşük olanlarda, kan fosforu düşük olanlarda, obezlerde, hiperparatiroidisi olanlarda, D vitamini metabolizmasını etkileyecek ilaçlar (kortizon, epilepsi(sara) ilaçları) kullananlarda ve kapalı giyim tarzı olanlarda D vitamini eksikliği görülme ihtimali artar. Bu hastalarda D vitamini düzeylerine bakılmalıdır'' dedi.
GÜNEŞ IŞINI EN ÖNEMLİSİ
İç Hastalıkları Uzmanı Doktor Sevgi Bilmez Altay, D vitamininin önemli bir kısmının (%80-90) güneş ışınları etkisiyle ciltte sentezlendiğini anlattı. Sentez için cilde direkt güneş ışını temasının gerekli olduğunu vurgulayan Altay, ''Güneş ışınlarının dünya yüzeyine ulaştığı açı D vitamini sentezinde etkilidir. Ülkemizin bulunduğu enlemde D vitamini sentezi için en uygun güneş ışığı açısı Mayıs-Kasım ayları arasındadır. Uygun ışın açısı saat 10.00-15.00 arasında olduğundan, D vitamini sentezi için bu saatlerde güneşe çıkılması önerilir. Bu saatlerin dışında güneş ışınlarının etkisi D vitamini sentezi yönünden azalır. Güneşe çıkma süresinin, deri tipine göre değişmekle birlikte, 10-30 dk arasında olması önerilir. Koyu tenlilerde D vitamini sentezi daha zor olduğundan D vitamini eksikliği daha sık görülmektedir.
Faktör düzeyi 15 veya üzerindeki güneş koruyucu kremlerin kullanılması güneş ışınlarının deriye ulaşmasını %99 oranında engelleyerek D vitamini oluşumunu engellemektedir. Ayrıca cam ve tül arkasından güneşlenme D vitamini sentezini engeller. D vitamini içeren besin sayısının az olması nedeniyle, bu vitaminin az bir kısmı (%10-20) gıdalar ile alınır. Yağlı balıklar (somon, ton, uskumru, sardalya), balık yağı, tereyağı, süt, yulaf, tatlı patates, yumurta sarısı, karaciğer gibi bazı gıdalarda D vitamini doğal olarak bulunur.
Vücudumuzun D vitamini düzeyini en iyi gösteren test “25 OH vitamin D” düzeyidir.
25 OH vitamin D düzeyi:
20 ng/ml ve üzeri normal/yeterli,
10–20 ng/ml arası D vitamini yetersizliği,
10 ng/ml’nin altı D vitamini eksikliği olarak tanımlanır.
Kemik dışı etkileri için ise D vitamininin 30 ng/ml üzerinde olması tercih edilir'' diye konuştu.
D VİTAMİNİ EKSİKLİĞİNİN BELİRTİLERİ VE YOL AÇTIĞI HASTALILAR
Raşitizm: Raşitizm bir çocukluk çağı hastalığı olup, büyüme çağındaki çocuklarda D vitamini eksikliğine bağlı olan kemiklerde kalsiyum ve fosfatın yetersizliğidir. Bu hastalık el, ayak bilekleri ve eklem bölgelerinde genişleme, göğüs kafesi ve kemiklerde şekil bozukluklarıyla belirti vermektedir. Bacak ağrısı, yürümede gecikme ve büyüme geriliği gibi belirtileri de mevcuttur. Osteomalazi (kemik yumuşaması): ‘’Osteo’’ kelimesi kemik anlamına gelmektedir. ‘’Malazi’’ ise bozukluk demektir. Osteomalazi; kemik bozukluğudur ve yetişkinlerin hastalığıdır. D vitamini eksikliğine bağlı olarak kemiklerde zayıflama, kemiklerde kolay kırılma ve çatlama, sürekli yorgunluk, kaslarda güçsüzlük, oturma, yürüme ve merdiven çıkmada zorlanma, kas ağrıları ve eklem ağrıları gibi belirtileri mevcuttur.
İç Hastalıkları Uzmanı Doktor Sevgi Bilmez Altay, D vitaminin eksikliğinin iskelet kas sistemi haricinde de birçok etkisi olduğunu ve D vitaminin iskelet kas sistemi üzerindeki etkilerinin ‘’kesin’’ ve ‘’kanıtlanmış’’ olduğunu kaydetti.
Ayrıca D vitaminin diğer sistemler üzerindeki etkileri henüz kanıtlanmamış olduğunu ve bu konuda bilimsel çalışmaların devam ettiğini belirtti.
Bu nedenle bundan sonra bahsedeceği D vitaminin etkilerinin ‘’kesin’’ olmadığını da vurgulayan Altay,'' Yapılan bilimsel çalışmalarda D vitamininin kanserli hücrelerin çoğalmasını önleyici etkisi keşfedilmiştir. Dünya Sağlık Örgütü kolon (kalın barsak) kanseri ile D vitamini eksikliği arasında bir bağlantı olduğunu belirtmektedir. Ayrıca menapoza girmiş kadınlarda D vitamini eksikliği meme kanseri riskini artırmaktadır.
D vitaminin bağışıklık sistemi üzerinde de birçok etkisi mevcuttur. D vitamini eksikliği ile tip 1 diyabet ve multipl skleroz gibi hastalıklar arasında ilişki mevcuttur. Bazı bilimsel çalışmalarda astım ve egzema gibi hastalıklar ile D vitamini eksikliği arasında bir bağlantının olduğu vurgulanmaktadır. D vitamini bakteri enfeksiyonlarına karşı savaşan bağışıklık sistemi hücrelerini aktive eder.
Kalp ve damar hastalıkları (damar kireçlenmesi ve sertliği, kalp krizi, inme vs.) modern dünyamızda en sık ölüm nedenidir. D vitaminin kalp ve damar sağlığı açısından önemli rolü mevcuttur. 65 yaş üstü bireylerde D vitamini düzeyinin 40 ng/ml üzerinde olması, aynı yaş grubunda D vitamini düzeyi 10 ng/ml’den daha düşük olan bireylere göre ölüm riski %45 daha düşüktür. Bu %45’lik oran çok yüksek olmakla birlikte şunu belirtmekte fayda var; bu kadar yüksek bir oranın nedeni sadece D vitamini eksikliği olmayabilir. Çünkü D vitamini eksik olan bireylerde genellikle ev içinde ve hareketsiz bir hayat tarzı mevcuttur. Böyle kötü bir hayat tarzı olan bireylerde ölüm oranı elbette daha yüksek olacaktır. Bununla birlikte D vitamini düşük olan bireylerde hipertansiyon (yüksek tansiyon), kalp damar hastalığı, damar sertliği sıklığının arttığı bildirilmektedir. D vitamini eksikliği olan bireylerde kalp damar hastalıkları yaklaşık 5 yıl daha erken ortaya çıkabilmektedir'' şeklinde konuştu.
SİNİR HASTALIKLARI ÜZERİNDE ETKİLERİ MEVCUT
Hastanenin geniş hekim kadrosu içerisinde sevilen doktorlarından olan İç Hastalıkları Uzmanı Doktor Sevgi Bilmez Altay, D vitaminin ruh ve sinir hastalıkları üzerine de birçok etkisinin mevcut olduğunu özellikle doğum öncesi dönemde annede D vitamini eksikliğinin şizofreni hastalığına yatkınlığı arttırabileceğinin öne sürüldüğünü söyledi.
Altay, ‘Alzheimer hastalığı, D vitamini eksikliği olan bireylerde daha sık görülmektedir.
D vitamini eksikliği olan gebelerde gebelik diyabeti, pre-eklampsi, bebeğin doğum ağırlığının düşük olması gibi durumların riskinin arttığı gözlemlenmiştir’ dedi.
D VİTAMİNİ EKSİKLİĞİNDE TEDAVİ NASIL OLMALIDIR?
Uzm. Dr. Altay “D vitamini eksikliğinin tedavisinde daha çok sadece D vitamini içeren damla, kapsül veya tablet formları kullanılmaktadır. D vitamini eksikliğinin nedenine ve ciddiyetine göre seçilen form ve doz değişebilir, bu nedenle doktorunuza danışmalısınız. Doktora danışmadan D vitamini alınmamalıdır. D vitamininin bağırsaktan emilmesiyle ilgili sorun yaşayanlara D vitamini kalçadan enjeksiyon ile verilir. Tedavinin genellikle 3. ayında tedavi yanıtını görmek için tekrar D vitamini düzeyine bakılması gerekmektedir. Kalsiyum ve D vitaminini birlikte içeren preperatlar yaşlılarda sıklıkla kullanılabilmektedir. Kemik ve kas sağlığını korumak için günlük alınması gereken D vitamini düzeyi: 19-70 yaş arası kişilerde 600 IU, 71 yaş ve üstü için 800 IU’dir. D vitamini eksikliğinde günlük kalsiyum alımı 31–50 yaş arası erişkinlerde günde 1000 mg, 51 yaş üstü erişkinlerde günde 1200 mg kalsiyum şeklinde olmalıdır. İlaç ile zehir arasındaki fark dozdur, aldığınız miktardır. Bu nedenle D vitamini fazla miktarda alındığında zehirlenmelere neden olabilmektedir. Fazla alınan D vitamini vücutta kalsiyumun artmasına ve buna bağlı sağlık sorunlarına (böbrek taşı, böbrek hasarı, kalp ritm bozuklukları ve hayatı tehdit eden durumlar gibi…) yol açabilir. Bu durumu önlemek için hekim önerisi olmadan D vitamini kullanmamak gerekmektedir. D vitamini eksikliği için risk taşıyan bireylerin taranması ve hekim kontrolünde tedavi edilmesi büyük önem taşımaktadır'' ifadelerini kullandı.
RAHAT HAMİLELİĞİN İPUÇLARI
Güler yüzlü, sevecen ve hastalarına ilgisi ile tanınan tecrübeli Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Oya Kayaalp, gebeliğin kadınların hayatının en zor dönemlerden birisi olduğunu ifade ederek, kadınların hamilelik döneminde beslenmeleri ile ilgili ipuçlarını paylaştı.
Kayaalp, hamilelik döneminde klişe haline gelmiş olan 'iki kişilik yeme' olayının doğru bir düşünce olmadığını anlatarak, gebelik döneminde ki kadınların dengeli beslenme programı olması gerektiğini vurguladı.
Günde 5-6 öğün tüketilmesi gerektiğinin de altını çizen Kayaalp, ''Gebelik bir kadının hayatının en özel dönemlerinden birisidir. Peki bu dönemde nasıl beslenelim? Ne yiyelim, ne yemeyelim? Eskiden büyüklerimiz 'Sen hamilesin, iki kişilik yemen lazım" derlerdi. Artık bunun doğru olmadığını hepimiz biliyoruz. Dengeli ve yeterli beslenme hem bebeğin sağlıklı gelişmesini sağladığı gibi; hem de annenin sağlıklı bir gebelik süreci geçirmesini sağlar. Tabağımızda karbonhidrat, protein ve yağ orantılı olmalı. Hayatın tüm evrelerinde olduğu gibi; gebelikte de protein ve sebzeden zengin, kompleks karbonhidrattan fakir diyetle beslenilmelidir. Günde üç ana öğün, iki veya üç ara öğün olmak üzere toplam 5-6 öğün tüketilmelidir. Sabah kahvaltısı ve öğle yemeğinin daha güçlü olup; akşam yemeğinin daha hafif yenmesi sağlıklı olup; gebeyi reflüden de korur'' dedi.
GEBELİKTE NE KADAR KİLO ALINMALI?
Oya Kayaalp, gebelik dönemlerinde kalp, böbrek ve solunum sistemlerini desteklemek için enerji ihtiyacının arttığını vurgulayarak ‘'Tüm gebelik için ortalama 300 kcal/gün kadar fazla enerji alınmalıdır. Normal kilolu kadınların tüm gebelik sürecinde 11-15 kg kilo artışı olmalıdır. Obez gebelerin daha az kilo alması gerekirken, zayıf hamileler daha fazla kilo alabilir. Normal kilolu bir gebenin 12. haftada 1 kilogram 24. Haftada 3-4 kg kilo alması yeterlidir.
Hamur işi ve tatlılardan mümkün olduğunca uzak durulmalıdır. Salam, sosis, kızartma, fast-food yiyecekler yenmemelidir. Alkol ve sigara tüketilmemelidir. Kafeinli içecekler, fast-food ürünler tüketilmemelidir'' şeklinde konuştu.
DEMİR,KALSİYUM, MAGNEZYUM, OMEGA-3 VİTAMİNLERİNE DİKKAT
Kayaalp, 'Demir hamilelikte hem anne hem bebek için gereksinimi artan diğer bir vitamindir. Kırmızı et, koyu yeşil yapraklı sebzeler ve kuru baklagillerde bulunur. Emilimi yeterli olmadığı zaman ilaç ile hekiminiz takviye edecektir.
Kalsiyumun kemik gelişiminde önemli bir vitamin olduğunun altını çizen Kayaalp, “Her öğünde kalsiyum içeren yoğurt, kefir, süt ve süt ürünleri gibi ürünlerin bulunmasının faydalı olacağını kaydetti.
Magnezyum; kalsiyum ve D vitamini emilimi için gerekli bir vitamindir. Eksikliğinde kas krampları sık görülür. Yeşil yapraklı sebzeler, fındık ve bademde bulunur.
Omega-3, sinir dokusunun vazgeçilmez bileşenidir. Omega-3 içeren besinler balık, ceviz, ıspanak ve semizotudur. Haftada bir veya iki kez balık, her gün 2 tane cevizle omega-3 gereksinimi karşılanabilir. Haftada iki kez ıspanak ve semiz otu yenmesini de tavsiye etti.
Bunlardan dolayı; yeşil yapraklı sebzelerin en az iki öğünde bulunması, ara öğünlerde meyve tüketilmesi sağlıklı beslenmemize katkıda bulunur. Yeşil yapraklı sebzeler iyi yıkanarak yenmelidir.” şeklinde ifade etti.
DENİZ ÜRÜNLERİNDEN MİDYEYE DİKKAT
Deniz ürünlerinden midye aşırı civa içeriği nedeniyle tüketilmemelidir. İlk üç ayda fazla miktarda adaçayı içilmesi düşük riskini artırması nedeniyle önermiyoruz.
SU HAYATTIR
Her gün en az 2,5-3 litre su içilmelidir. Unutmayalım su hayattır.
Kayaalp son olarak; ‘’Beslenmeden bu kadar bahsetmişken egzersizden bahsetmemek tabii ki olmaz. Her gün 30-45 dakika yürüyüş, sağlıklı bir hamilelik süreci geçirmenize katkıda bulunur.'' dedi.
Kaynak:Haber Merkezi
Yorum Yazın